14 Ağustos 2011 Pazar

Mary

-I-

gözler.

siyah, zarif.

sonbahar mağruriyetiyle süslü

iki dudak.

dudak dediğin

tek parça değil.

dudaklar aşkın

çoğul halidir.

-II-

biliyor musun mary,

piyanolar bizi anlatır.

her dokunuşta

ve çıkan her seste,

çaresizliğim,

çaresizliğimiz.

-III-

ah mary.

sen hayal kadın.

ele geçmez,

sonu gelmez,

bir hayal kadın.

biraz nevrotik,

çokça da hayat dolu.

yani ortan yok.

ortan olmamalı.

çünkü

bütün aşkları bitiren,

dengelemeye çalışmak

değil midir,

hayatını, hayatları?

bırak biz yaşayalım.

ne olursa olsun,

ne gelirse gelsin.

arkamıza bakmadan -ve de önümüze tabii ki-

yaşayalım.

insan gibi, aşık gibi.


-IV-

''ne aşkı, ne hayatı?'' diyorsun,

duyuyorum.

sen de haklısın mary.

ben

elinde çakaralmaz,

savaş meydanında

fütursuzca ateş eden,

soluk bir asker gibiyim.

sıktığım kurşunlar

kimseyi öldürmüyor.

çakaralmaz insan öldürür mü mary?

öldürmez,

öldürmez.


-V-

yine de

umutlanıyorum işte.

bir düşünsene:

sardunya dolu bir bahçede

sen ve ben.

yani ikimiz.

olur muyuz, ne dersin?


-VI-

oturduğum kayadan

kalkıyorum mary.

bir geceyi daha

gündüze ilikledim.

şimdi yürüyeceğim.

ayaklarımı sürteceğim

ve meyhaneci yine bana

selam verecek.

elbiselerimi sıyırıp

yatağa gireceğim.

hayaller, hayaller.

yine, daima.

ispirto kokulu bir sabah:

yine merhabalar.

yine alışılmış tekdüzelik.

en iyisi gitmeli.

gitmeli ama nereye?

sesler, sesler.

şöyle diyorlar:

''ya ölüme

ya da şafağa.''

ya ölüme,

ya şafağa.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder