-I-
siyah, zarif.
sonbahar mağruriyetiyle süslü
iki dudak.
dudak dediğin
tek parça değil.
dudaklar aşkın
çoğul halidir.
-II-
biliyor musun mary,
piyanolar bizi anlatır.
her dokunuşta
ve çıkan her seste,
çaresizliğim,
çaresizliğimiz.
-III-
ah mary.
sen hayal kadın.
ele geçmez,
sonu gelmez,
bir hayal kadın.
biraz nevrotik,
çokça da hayat dolu.
yani ortan yok.
ortan olmamalı.
çünkü
bütün aşkları bitiren,
dengelemeye çalışmak
değil midir,
hayatını, hayatları?
bırak biz yaşayalım.
ne olursa olsun,
ne gelirse gelsin.
arkamıza bakmadan -ve de önümüze tabii ki-
yaşayalım.
insan gibi, aşık gibi.
-IV-
''ne aşkı, ne hayatı?'' diyorsun,
duyuyorum.
sen de haklısın mary.
ben
elinde çakaralmaz,
savaş meydanında
fütursuzca ateş eden,
soluk bir asker gibiyim.
sıktığım kurşunlar
kimseyi öldürmüyor.
çakaralmaz insan öldürür mü mary?
öldürmez,
öldürmez.
-V-
yine de
umutlanıyorum işte.
bir düşünsene:
sardunya dolu bir bahçede
sen ve ben.
yani ikimiz.
olur muyuz, ne dersin?
-VI-
oturduğum kayadan
kalkıyorum mary.
bir geceyi daha
gündüze ilikledim.
şimdi yürüyeceğim.
ayaklarımı sürteceğim
ve meyhaneci yine bana
selam verecek.
elbiselerimi sıyırıp
yatağa gireceğim.
hayaller, hayaller.
yine, daima.
ispirto kokulu bir sabah:
yine merhabalar.
yine alışılmış tekdüzelik.
en iyisi gitmeli.
gitmeli ama nereye?
sesler, sesler.
şöyle diyorlar:
''ya ölüme
ya da şafağa.''
ya ölüme,
ya şafağa.